“Kötü Gibi Gözüken” Bir Pandemi?

Dünya genelinde ilk Covid-19 vakasına 23 Aralık 2019, tarihinde rastlanılmıştı. Mart ayının ortalarından itibaren ülkemizde görünen virüs için toplum ve devlet tarafından birçok önlem alındı.

Şu an ülkemizde sosyal mesafeyi koruyarak, olması gerektiği gibi daha kısıtlı bir yaşam sürdürülüyor. Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca ve tüm sağlık personelleri tarafından büyük başarı ve titizlikle yürütülen kriz süreci günden güne daha iyiye gidiyor.

Covid-19 ölümcül bir salgın bunun bilincindeyim. Evet birçok önlem alınması gerektiği konusuna da katılıyorum. Ama çıkarmamız gereken bazı dersler var. Bunların iyi anlatılmasına katılıyorum.

Neredeyse tüm iş sektörlerini etkileyen salgın aslında gözüktüğü kadar kötü sebeplere mi neden oluyor?

Bu virüs sonrasında hayatını kaybeden bütün herkesin yakınlarına başsağlığı dileyerek başlamam gerekiyor bu paragrafa. Ek olarak, halen bu hastalıkla mücadele eden herkese de dualarımı iletiyorum.

İnsanlık tarihi, sanayi devriminden bugüne kadar doğa dengesini bozmakta ısrarcı. Yaşanan bu pandemi salgını süresince bazı beşeri sorunlar azalmaya başladı.

“Doğa kendisinden alınanı, her zaman alır.”

Bu söze hep katılmışımdır.
İstanbul’daki hava kirliliğinin azalması sonucunda görünen Uludağ semaları

Hava kirliliği ile ilgili önemli dersler çıkarmamız gereken şu günlerde salgın sayesinde, gün yüzüne çıkan hatalarımızın başında hava kirliliği bulunmakta.

“Salgın nedeniyle Çin’de yaşanan ekonomik bozulma, hava kirliliğinin azalmasına neden oldu ve bu sayede korona virüsü nedeniyle hayatını kaybeden insanların sayısından 20 kat daha fazla hayat kurtuldu.”

Stanford Üniversitesi Profesörü Marshall Burke

Bir vicdanımız vardı…

Bu süreçte tüm insanlık olarak eşitlendik. Bazılarımız süre gelen iyi imkanları sayesinde daha şanslı sadece. Açlık ve yoksulluk sınırındaki insanların hallerinden anlamamız gerektiğini bir kez daha hatırlattı bize dünya.

Normal gündelik yaşantımızda da vicdanlı davranmamız gerektiğini hatırlatmaya çalıştı umarım anlamışızdır.

Sarıyer Dedeman Camisi İmam Hatibi Abdulsamet Çakır’ın eseri.

Girişimciler deli değildir…

BİOSYS Biyomedikal’in tasarladığı, Koç Holding’in ürettiği, Aselsan ve Baykar mühendislerinin
katkıda bulunduğu yerli yoğun bakım solunum cihazı prototipi.

İnovasyon ve teknolojiye her koşulda her zaman ihtiyacımızın olduğunu asla unutmamız gerekiyor. Bu ülkenin kurtuluş anahtarlarının, inovasyonel düşünen girişimcilerinin elinde olduğunu unutmamamız gerekiyor. Bu süreç bizi umarım daha bilinçli hale getirmiştir.

Bilinçsizlik her hatanın tek sorumlusudur.

Yana Yatık Sekiz

10 Kasım denince, kafamda canlandırırım her zaman. Zira kelime de kalamayacak kadar duygu barındırır bende bu takvim yaprağı. Bugün, fiziksel olarak 10 Kasım’a, fikirsel olarak yana yatık 8’e tekabül eder.

Mavi göz ve sarı saçtan daha çok yakışan bir şey varsa o da; bilim, sanat ve sporun tek gülüşte toplanmasıdır bence. Zira fikri hür güçlü nesillerin temel ihtiyacı bu gülüşün ta kendisidir.

Kim hayal edebilirdi ki?

Anın şartları ve psikolojisini her zaman olduğundan farklı anlamanızı istiyorum bu sefer.

Osmanlı Devleti’nin gücü ve şanı cümlelere sığmazdı zamanında. Nice denizler göl olmuştu ne de olsa. Ancak ardı ardına gelen mağlubiyetlerden sonra alınmaya çalışan zaferler siyasi hataları beraberinde getirince işler iyice karışmıştı. Şehzadeler “öldürülme” korkusu ile saraya hapsediliyor, devlet yönetimi namına bir ders almayı bırakın neredeyse hiç bir kimse ile iletişim kuramadan büyüyorlardı. Hızla kaybedilen topraklar bazı anlarda şok etkisi yaratıyordu. Fatih’in, Kanuni’nin, Selim’in ve daha nicesinin emanetleri hızla düşüyordu. Halk sefalet çekiyordu. Yangınlar, isyanlar ve salgın hastalıklar…

Osmanlı Devleti’nin dağılma ve yıkılış devri (1792 – 1918)

Osmanlı Devleti’nin yıkılış dönemindeki Harbiyeliler her Harbiyeli gibi vatanlarına aşık, gözleri ufuk dolu gençlerdi. Mustafa Kemal’de onlardan birisiydi zaten.

Türkiye’nin ihtiyacı olan her yeni hücreyi, asker olduğu dönemde hayal eden Mustafa Kemal silah arkadaşları ile bu ulusu yeniden aydınlığa çıkarttı.

Cumhuriyet yıllarında birçok devrim yaptı. Modern toplum yapılarının temelleri atıldı. Mimari, endüstri ve tarımda ilerlemeler kaydedildi. Eğitim alanında büyük başarımlar kazanıldı.

Ve 10 Kasım günü saat 09.05’te Dolmabahçe Sarayı’nda Gazi Mustafa Kemal, hayata gözlerini yumdu.

Peki… O sadece yukarıda yazanları mı bilmemizi istiyordu?

Mustafa Kemal ATATÜRK, uçurumun kenarındaki bir ülkenin subayı olduğu esnada görkemli İstanbul Boğazı’na demir atan İngiliz gemilerini gösteren yaverine “Geldikleri gibi giderler…” demişti. Öylesine bir psikoloji içerisinde ileri görüşlülük ve hayalperestlik(!) arası bir ifadenin ileri görüşlülük ürünü olması. Bundan sonra o mavi gözlü adamın iki dudağı arasından çıkacak her sözün doğruluğunu kanıtlar nitelikteydi. O adam;

Bütün ümidinin gençlikte olduğunu ve en hakiki doğrunun ilim olduğunu da söylemişti. Ayrıca, “Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküş vardır. Her ilerleyişin ve kurtuluşun anası hürriyettir.” demişti.

Böylesine bir dehanın bütün ümidi bende ve bizdeyse…

En doğru yol ilim, ve hürriyet ilerleyiş demekse…

O ağızdan çıkan her sözün bize vermek istediği mesajı tarihle harmanlayıp odamıza poster olarak değil de fikirlerimize kazımaya öncelik verirsek onun isteğini yerine getirmiş olmaz mıyız?

Burak KOSAR

Fikirlerini bilmemizi ve anlamamızı isteyen bir lider geçti bu topraklardan. Dünyadan bir haber yetişebilecek bir nesle hitabında da dediği gibi; “Zorla aziz vatanın bütün kaleleri ele geçirilmiş, bütün irler. Üstelik bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını işgalcilerin siyasi istekleriyle birleştirebilirler. Ulus fakirlik ve çaresizlik içinde yorgun ve bitkin düşmüş olabilir.”

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!

Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda, mevcuttur!

SAYGI, ÖZLEM, ve FİKRİNLE ANIYORUZ…

Sallandıktan Sonra, Sallamamak Lazım!

Olası bir büyük deprem kapımızda sadece yaşadığımız gün için nefes almak yerine gelecek günleri düşünmemiz gerekiyor. Bu deprem olacak, kısa vadede neleri düzeltebiliriz? Bu konuların üstünde durmak istiyorum.

Deprem sonrasında iletişimin kesilmemesi ve teknolojinin can kayıplarını azaltması için doğru kullanımın şart olduğunu hatırlatmak istiyorum.

Bireyler İçin;

1- Telefon hatlarınız üzerinden arama yapmayın

Bireylerin yapacakları aramalar yüzünden baz istasyonlarının kilitlenmesi muhtemel, sadece 110, 112 gibi özel numaraları aramak için operatör üzerinden arama yapmamız gerekiyor. Sadece İstanbul’da yaşayan insanlar için değil, deprem yaşandıktan 48 saat boyunca operatör baz istasyonlarını yoğun kullanımdan ülke genelinde arındırmamız gerekiyor.

2- Telefonlarınıza çevrimiçi iletişim uygulamalarını öncesinden yükleyin

Çünkü telefon aramalarına baz istasyonları yetişemezken internet altyapıları konusunda kısmen ulaşılabilir olacaktır. Sadece WhatsApp olarak düşünmemeniz gerekiyor. Çünkü WhatsApp’ın sunucuları da böyle bir yoğunluk karşısında çökebilir. Alternatifi birçok uygulamayı aileniz ile koordineli bir şekilde indirmeniz gerekiyor.

3- Yıkılan üst geçitlerin yolu kapatmaması için biraz güç sarf edin

Çökmüş bir üst geçit gördüğünüz taktirde, tek başınıza yapamayacak durumda iseniz bile çevreden yardım isteyip yolu açmanız gerekiyor. Çünkü şehir dışından gelecek olan yardımların önündeki engeller bu üst geçitler olabilir. Tek şerit dahi olsa açmaya çalışın. Daha ufak taşlar ile büyük beton bloklarını parçalayıp taşımanız daha kolay olacaktır.

4- Deprem esnasında tanık olduğunuz hırsızlıklara göz yummayın

Deprem yaşandıktan sonra yaşanacak patlama, hırsızlık, yangın ve tecavüz olayları daha çok kayıp olmasına sebep olacaktır.

“Yığınların altından sadece altın bilezikli kolu dışarıda kalan bir kadının kolunu keserek bileziklerini aldıklarını gördüm.”

1999 – Kocaeli

Böyle bir durumda vermeniz gereken tepki ise hırsızlığa uğrayan kişinin akrabası gibi davranmanızdır. Böyle bir tepki verebilirseniz bu acizliği yapan kişileri durdurabilme ihtimaliniz var.

5- Şehri terk etmeyin

Eğer aileniz ve yakınlarınız sağ kurtulduysanız bile şehri terk etmemeniz gerekiyor. Çünkü kapı komşularınızın size ihtiyacı var. Ayrıca trafik oluşturmamanız gerekiyor. Zira İstanbul’a girişte oluşacak yardım trafiği ters istikametteki yol ile giderilebilir. Bu nedenle İstanbul çıkışlarındaki ters istikametler oldukça boş tutulmalı.

Eğer İstanbul’da tek yaşıyorsanız;

1- Kendi yaşadığınız çevredeki binalardan arama kurtarma çalışmalarına başlamalısınız

2- Eğer kurtarılmaya ihtiyacınız varsa, 155 numarasına SMS atabilirsiniz.

Kurumlar İçin;

1- İnternet altyapılarının herkese açık olması gerekmektedir.

Her devlet okulunda bulunan F@tih internet ağının şifreleri kaldırılıp, halkın erişimine sunulması baz istasyonlarını yoran mobil verilerin daha az kullanılmasına sebep olacaktır.

2- İstanbul’da bulunan havalimanı faktörü

  • Sabiha Gökçen Havalimanı
  • Samandıra Hava Üssü
  • Hezarfen Havalimanı
  • Istanbul Havalimanı
  • Atatürk Havalimanı

Bu havalimanları İstanbul’un çeşitli yerlerine dağılmış durumda, deprem öncesinde bu alanlara çok sayıda çadır, yaşam malzemesi ve tıbbi malzeme yerleştirilmeli.

Depremde yaralı olarak kurtarılan depremzedelerin buralarda kurulması gereken seyyar hastanelerde tedavi olması gerekiyor. Deprem sonrasında yapılacak bütün yardımların bu havaalanlarına kolluk kuvvetlerinin denetiminde yoğunluk oranına göre dağıtılması gerekiyor.

3- Toprak dolgusu olan bölgeler

Yenikapı Etkinlik Alanı

Ne kadar güvenli gözükse bile dolgu alanlar deprem riskinin hat safhada olduğu yerlerden bir tanesidir. Bu bölgelerde toplanma alanları kurulmamalı.

Uyku Vakti Yaşlı Adam!

Öncelikle bu yazmış olduğum yazıyı Yusuf Aktaş ile olan ilişkimin hiç bir etkisinde kalmadan, tamamen vicdanlı ve sorumluluk sahibi bir vatandaş olarak yazdığımı belirtmek istiyorum

Yıllardır süre gelen haber bültenlerinin de her meslek dalı gibi yıllar boyunca birçok hatası oldu. Bu hataların bir çoğu kabul edilebilir ve karşılığında cezası verilmiş hatalardı.

Son 3 yılda konveksiyonel medyanın tabiri caizse “pabucunu dama atan” yeni medya ile birlikte hayata bakış açısı çok değişti. Her gün tüketmek zorunda kalmış olduğumuz ve psikolojik olarak hayatımıza olumsuz etkisi olan televizyon kuşakları yerine isteklerimize hitap eden pozitif içerikleri tercih ettik.

Biz gençler son birkaç yılda artık yetişkinlerde dahil olmak üzere abartılan ve reyting oranına dayalı haber bültenleri yerine doğru ve geniş haber platformlarını tercih ediyoruz.

35 yıl önce terör örgütüne maalesef ilk şehidimizi Eruh’ta verdik. 35 yıldan bugüne kadar, başta güvenlik güçlerimiz olmak üzere yaklaşık olarak 40.000 canımızı cennete uğurladık.

İsimlerini asla unutmamamız gereken bunca canı saniyeler ile televizyonda gördük. Son görevimiz olan saygıyı birçok zaman yerine getiremedik. Neredeyse ateş düşmeyen ocak kalmadı. Düştüğü yeri değil yeri göğü yakması gereken ateş maalesef hiç tütmedi.

Daha iki gün önce teknolojinin ve yayınların bunca profesyonel(!) yapıldığı bir dönemde ulusal bir televizyon kanalının ana haber bülteninde benim şehidim mehmetçiğim Şükrü Can Kayadibi’nin fotoğrafı nasıl bir saldırganın fotoğrafı olarak lanse edilebilir?

Şehit Şükrü Can Kayadibi

Böylesine bir skandalın cezasız kalmasına hangi vicdan izin verirdi?

Kesinlikle ortada olan bir hatayı böyle bir yanlış ile kapatma girişiminde bulunmam ancak kendisini, sütten çıkmış suçsuz kaşık gibi gösteren haber çalışanlarına da bırakmam ki esip gürlesinler.

Gerçek gazeteci abilerim ve ablalarımın elinden öpüp şunları da eklemek istiyorum. Eğer bir yerlerde hala sesimizi duyuyorsanız sizi çok özledik!

Aynı televizyon kuruluşu, yargının henüz karar vermediği bir olay hakkında açık hedef gösteren ve asılsız iddialar bulunduran bir haberi nasıl yapabilir. İçerisinde “maganda” diye hakaret bulunduran bir haberi ve edilmemesine rağmen “küfür etti.” ibarelerini nasıl kullanabilir?

Polise şikayette bulunan şahısın ifadelerine ters bir haber örgüsü kullanan televizyon kanalı gibi diğer birçok muhterem dedeye artık uyku vakti.

İYİ GECELER!

Okul Zili Çaldı!

Eğer eğitim ve öğretim hayatınız devam ediyorsa okulun ilk günlerinde öğretmenleriniz ve çevrenizdekiler ile “Eğitim sisteminin kötü olması…” hakkında diyalogların yaşanması muhtemel.

Eğitim sisteminin kötü olduğunu düşünüyorsanız;

Eğitiminizi tamamlamak için kendinize yeni kaynaklar belirleyin. Öncelikle gelecekte ne yapacağınıza yeniden karar vermeniz gerekebilir. Çünkü bir takım mesleklere sahip olmanız için “bozuk” olduğuna inandığınız eğitim sisteminin bir parçası olmanız gerekiyor. Ancak yeni nesil bir meslek üzerine yoğunlaşırsanız kendi sisteminizi oluşturabilirsiniz.

Dijital meslekler üzerine en derin bilgi kaynağınız “İnternet” olacaktır. En iyi bilgi kaynağı demedim. En derin tabirini kullandım. Bu kaynak içerisinde yanlış ve karmaşık bilgilere de ulaşabilirsiniz. Kolay anlaşılır, doğru bilgilere de, arama motorlarını çok iyi kullanmanız gerekiyor.

Birçok eğitim sisteminden çevrimiçi ders alabilirsiniz. Bu dersler ile birçok yeni nesil mesleğin kapılarını kendiniz için aralayabilirsiniz. Ancak benimde şahsi olarak en çok desteklediğim “işin mutfağında” kendinizi pekiştirip alanınızda uzmanlaşabilirsiniz.

Sınav sistemine dayalı sistemin bir parçası olup kendinizi garantiye aldığınızı düşünecekseniz. Bir akraba veya komşu ziyaretine çıkmanızı şiddetle tavsiye edip misafir olduğunuz hanelerdeki üniversite mezunları ile “Nasıl iş aradıkları?” hakkında derin derin sohbetler edebilirsiniz.

Her zaman potansiyel sizsiniz bunu asla unutmayın, potansiyel okulda verilmez, okulda eğitim ve öğretim verilir. İkisi farklı şeylerden oluşur. Bu dediklerim asla şu demek değil;

  • Okula sakın gitmeyin!
  • Okul saçma bir yer!
  • Okulda dersleri dinlemeyin.
  • Okulda gidip ders dinlemeyin!

Bu bahsini ettiğim durumlar sizin okuduğunuz liseden herhangi bir şekilde aldığınız “Eğitim” hususlarını aksatmanıza yol açmasın. Diploma pek önemli olmasa da okulunuzdan alacağınız “Eğitim” oldukça mühimdir. Zira bu ülkenin tüm sorunlarının çözüm anahtarı Tam Eğitimli bir toplumdan geçmektedir.

Bırakın Açıklayayım!

Yıllardır ülke gündeminde olan bütün olayları takip edebilecek ve bunların sebeplerini düşünebilecek kapasiteye sahip bir insanım.

Türkiye’nin son on yıl içerisindeki gündem maddelerine bakacak olursak. Neredeyse hiç birinde ilerleme kat edemediğimizi görebileceğiz.

Her türlü önlem alınıyor ancak her zaman insan psikolojisi göz ardı ediliyor. Ortaya teoride atılan çözüm önerileri birkaç dökümandan ibaret kalıyor.

İnsanlar ile muhatap olan mesleklerde en önemli anahtar kelime “İletişim” olarak nitelendirilir. Eğer geniş insan kitlelerini bir sorunun çözüm sürecine dahil edecekseniz iletişimi hesaba katıp en uygun hale getirmelisiniz.

Kanunlarca suç olarak nitelendirilen davranışları, izleyenlerin istediği içerikleri seçemeyerek izlediği konveksiyonel televizyon kanalları aracılığıyla sergilerseniz, o insan psikolojisinin temellerini o davranışlar ile şekillenmiş olur.

Alkol veya tütün mamüllerinin üzerine bulanık sansür koyularak engel olunmaya çalışılması insan psikolojisinin fıtratına tamamen terstir. Zira insanlar gizlilik içeren ve hakkında detaya kolayca ulaşamadığı her türlü şeyi daha çok merak eder. Ayrıca yapılıyor olan davranışların şehvet ile yapılması da insanları o davranışa sürükler.

20 yıldır bulunan özel televizyon sektöründeki şehvetli şiddet sahneleri ülkemizde yer alan potansiyel bir takım canilerin bazı hadsizlikleri yapmasına sebep olmuştur.

BIRAKIN AÇIKLAYAYIM;

  • Bugüne kadar hiç bir şekilde alkol mamülü kullanmadım.
  • Bugüne kadar hiç bir şekilde tütün mamülü kullanmadım.
  • Bugüne kadar hiç bir canlıya doğrudan bilinçli şekilde zarar vermedim.
  • Bugüne kadar herhangi bir insanı rahatsız edecek hiç bir davranışta bulunmadım.

Yani işin içine herkesin daha net anlayabileceği bir dil katacak olursam, hayatımı tamamen RTÜK kurallarına göre yaşadım. Ama belki inanmazsınız hayatımın son 7 yıllık evresinde RTÜK kurallarının bulunduğu televizyonu hiç izlemedim.

Toplumun bu hale gelmesinin tek bir sorumlusu vardır. Kitleleri ekran başına kitlemeye yönelik girişimler sağlamak için rekabet sarhoşluğuna giren televizyon yapımcılarıdır. En çok şiddet içeren yapımı yapmak için yıllardır yarışan isimler bu topluma mal olmuş en büyük canilerdir.

Acilen Radyo ve Televizyon Üst Kurumu uzun vadede, günlük hareketlerimizde etkisi olan televizyon yapımlarına müdahale etmelidir. Ayrıca bizleri mecliste temsil eden, benim ve torunlarının geleceğini düşünen sayın milletvekillerimin konu ile ilgili kanun içerisinde düzenleme yapması gerekmektedir.

Omzumuzdaki Yıldızları Gökyüzüne Bağışladık #HAKETMEDİK

Yaklaşık iki asra kadar dayanan ve bu toprakların en nadide insanlarını yetiştiren askeri liseler 2016 yılında gerçekleşen darbe girişimi beraberinde çıkan Kanun Hakkında Kararname’ler ile kapatılmıştı.

Bu konu hakkında ne yönde fikrim oluşuyor birincil olarak ondan bahsetmek istiyorum. Askeri liseyi son kazanan dönem içerisinde yer alan birisi olarak yazıyorum bu yazıyı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir ferdi olmanın getirdiği kutsallığı babadan biliyorum. Çevrem ve ailemden gelen bağlılığın sonucunda askeri liseye gitmek istemiştim. Emekli Astsubay Yakup KOŞAR’ın oğluyum, en yakın dostum ilk senesinin ardından Maltepe Askeri Lisesi’nden ihraç edildi.

Fikir yapım, askeri lojmanlarda oluştu. Vatan sevgisini yaşayarak büyüyen bir neslin parçasıyım. İnsanların Türkiye haritasında gösteremeyeceği yerlerde yıllarca yaşadım. 12 yıllık eğitim hayatım boyunca 7 tane okul değiştirdim. Bunca zorluğu bizzat yaşamam bu sevginin önüne geçemedi.

Gelin size bu şanlı yuvaya nasıl gidecektim, neler yaşadım bunları anlatayım;

Ortaokulun sonunda yaşıtlarım liseye geçiş sınavına çalışırken, ben okul dışındaki etütlerimi Askeri Lise Sınavı’na çalışarak geçirdim. Cumartesi ve pazar günü hafif etütler alan akranlarımın yanı sıra tüm yıl boyunca akşamlara kadar ağır müfradatlı ÖSYM sınavına çalıştım. Bir yılıma iki önemli sınav sığdırdım ikisinde de ortalamanın üstünde bir başarı sağladım. Ama hayalim olan boğazın göz bebeği Kuleli Askeri Lisesi’ne adım atmak için çalışmam gerekliydi. Mülakatlara çalıştım. Kilo verdim. Ardından, yıllardır eşinin yolunu gözlemiş asker eşi annem, durumları henüz yeni yeni idrak edebilen genelde kelimeleri söylerken bebek sempatikliği taşıyan kardeşimin, evden ayrılma ihtimalimden dolayı belli olan hüzünlü atmosferi bize eşlik ediyordu. O zamanlar hala görevde olan asker babam ile İstanbul’daki mülakatların yolunu tuttuk. Babam gururluydu sanırım, yıllar önce kendisinin gittiği yolun peşinden gelen bir oğlu vardı. Tek farkımız ben onun oğluydum ve deneyimleri bana ışık tutuyordu. Zorluklar ile yaktığı mum ışığı sayesinde öğrendiği yolları bana öğretiyordu sanki. Tam kilo sınırında olduğum için hiç bir şey yememeye dikkat edip sadece su içiyordum. Mülakat günü babam ile sabah erkenden bulunduğumuz orduevinden İstanbul yollarına düştük. O zamanlar minik kırmızı arabamız ile bilmediğimiz İstanbul yollarının tuhaflığı içerisinde kayboluyorduk. Hava Harp Okulu’na gelmiştik. Mülakat burada olacaktı. Bir sürü ülke hizmetine hazır olan ve sıcak baba ocağını bırakıp, peygamber ocağına gitmeyi göze alan yeni ortaokul mezunu gençlerdik. O an oraya baktığımda hemen hayal kurmaya başladım. Gelecekte devre olacağım insanlar buralarda olabilir fikrine kapılmıştım. Askeri hayatta “devre” kavramı çok önemlidir bunu da babamdan öğrendim. Bizi sıra sıra içeri aldılar. Elimizde bir çanta. Kahvaltı yapmayanları ayırdılar yemekhaneye götüreceklerdi. Yalan söyledim ve kahvaltı yaptığımı söyledim. Ne de olsa tam sınırdaydım. Ön sağlık muayenesine girdik. Boy, kilo ve diğer prosedürleri ne şanslıydım ki tamamladım. Ardından bizi bir odaya aldılar. Orada bir kağıt doldurmamızı istediler. Bitiren odaya geliyordu. Yanımda uzun saçlı, bir çocuk vardı. Kağıtta gittiğimiz okullar, herhangi bir sabıkamızın olup olmadığı ile ilgili resmi şeyleri dolduruyorduk. Gidilen okullar listesine ben tabii ki kendimi sığdıramamıştım. Gözüm yanımdaki çocuğun kağıdına ilişti o da sığdıramamıştı. Tahminler yürüttüm acaba onun babası da mı askerdi? Daha sonradan öğrendim. Evet öyleymiş. Aç olanlar yemek yiyebilir onayını aldık. Ne olur ne olmaz yine kilomu ölçebilirler yememeliyim dedim. Durumu o yanımdaki uzun saçlı çocuk fark etti. “Bir şey olmaz bayılıp kalsan sporda daha mı iyi?” dedi. Dinlemedim spora gittik. Basket topu fırlatma, sabit zıplama bir takım basit şeyler. Ardından ölümcül 400 metre koşusu, küçük gözükmesin. O an ki ruh haliyle tam bir maratona dönüşüyor. Koşuyu bitirdim ayaklarımı hissetmiyordum. Sanırım geçmiştim. Ama emin değildim. Soyunma odasına gider gitmez annemin çantama koyduğu yiyeceklere baktım. Hemen karnımı doyurdum. Yoksa bayılacak gibiydim. Bizi bir araç ile bir binaya götürdüler. Burada sözlü mülakata girdik. Biraz abartılı öz güven ile bir yüzbaşı ile didişmiştim. “Sanırım elendim.” düşüncesi kapladı içimi. Düzineler halinde geziyoruz. O heyecanlı ve stresli hava geçmişti kaynaşmıştık. Uzun saçlı çocuğun babası albaymış, çocuğun ismi de Burak’mış. Bu alanda 2 saat kadar bekledik. Bir yüzbaşı elinde isim listesi anons yapıyor ekibi alıyor gidiyor. Beklememiz sürüyor. Aldığı kişilerin bazılarına olumsuz anlam taşıyan beyaz zarf, bazılarına da olumlu sarı zarfı veriyorlar. Bizde hala bir şey yoktu. Uzun bekleyiş ardından bizim düzineden 5 isim sayıldı. Spordaki gözlemlerim ile iyi derece yapan, fit çocuklardı. İsmim okunmadı “Sanırım elendim.” cümlesini bitirdim yüzbaşı hızlıca geri döndü “Mehmet Burak KOŞAR” dedi. Bir adım öne çıktım sende geliyorsun dedi. Ama Burak ile birbirimize bir bakışımız var. Tarif edemem o da, bende sürüden ayrılmamıştık. Bende, “Sanırım iyi şeyler olacaktı.” der gibi bir bakışla göz kırptım. Hala tedirginiz uzun bir koridor yürüdük. Titrek bir sesle birisi “Komutanım kazandık mı?” diyebildi. Genç duran yüzbaşı hızlı adımlarını yavaşlattı, ve üzgün bir ifade ile baktı “Pırıl pırıl gençlersiniz, önünüzde çok yol var.” dedi. Biraz umutsuzluğa kaptıran cümlenin ardından babacan bir gülüşle “Tebrikler!” dedi. Biz gülerek sınıfa girdik. Sarı zarflar dağıtılıyor. Ön bilgilendirme yapılıyor ertesi gün detaylı sağlık taraması var. Kaldık 6 kişi Burak ile büyük bir heyecanla ailelerimizin yanına giderken sohbet edip, “Devremi olacağız biz?” muhabbetleri geçti. Onlar hava lisesini istediği için “psikoteknik testi” için ayrılmak durumunda kaldılar. Biz ailelerimizin yanına gittik. Babama sarı zarfı sevine sevine gösteremiyordum. Nede olsa ağlayan tonla kişi vardı. Sordu, bende göz kırptım “Oldu bu iş!” dercesine sarıldık. Araba uyuya kalmışım. Orduevine girerken tüylerim ayrı bir kabardı. Çok mutluydum. O zamanlar ki kız arkadaşımı aradım, beklediğimin aksine bir tavır ile o da mutlu olmuştu. Bu durum beni ayrı bir motive etti o zamanlar. Ertesi gün sağlık muayenesinde herkes birbirine memleketi ile hitap ediyordu. Ankaralı, Sivaslı, Çorumlu… Tartılırken yine tedirgindim ama ayakkabı ile tarttılar sanırım önemli değildi diye düşündüm. Aşırı detaylı bir muayeneden geçiyoruz. Her ekibin başında 30 Ağustos’ta rütbe almayı bekleyen subay adayları var. Bizim başımızdaki Harbiyeli Abi daha sonradan gitti. Yerine bir teğmen duruyordu. Onu gören Harbiyeliler yer veriyor. Bu sayede hızlıca tamamladık muayeneyi. Gözümüze damla damlattılar. “1 saat sonra tekrar gelin.” dediler. Teğmen yemekhaneye gidelim dedi. Dedi de biz göremiyoruz. Göz muayenesi için damlatılan o şey, gözün daha fazla ışık almasına yol açan bir damlaymış. Güneşte hepimiz, kör olan insanlar gibi dağılıyorduk. Teğmen kızamayan bir tavır ile hepimizi el ele tutuşturdu. En önde o, arkasında biz gidiyoruz. Girdik yemekhaneye, tabi detayları göremiyoruz. Tezgaha baktım. Çorbayı görüyordum. Nugget zannettiğim topaklanmış irmik helvası, makarna ve yoğurt. Su doldurmaya çalışıp dökenler. Çorba kaşığını denk getiremeyenler, o esnada tam bir komedi filmi sahnesini andırıyordu yemekhane. Bende nugget sandığım topaklanmış irmik helvasını yoğurda batırıp yemeye çalıştım. Karşımdaki çocuğun çığlığı ve ağzımdaki tatlı-tuzlu aromalar ile idrak ettim. Gayri ihtiyari bende güldüm. Yemeği yedik ve çıktık. Göz muayenesi de bitti. Kapıda bekliyoruz yine uzun bir bekleyiş. Kazananların ismini okuyorlar sağlık raporunu veriyorlar. O sırada kaybeden iki günde can ciğer olduğumuz arkadaşlara canımız yanıyor. Gözlerimiz direkt Burak’la denk geldi. “Kazandık devrem!” der gibiydik. O an gözlerimden mutluluk göz yaşı geldi. Babama koştum. Artık intibak eğitimini beklemek kalmıştı. Bayram geldi, geçti ve gitti. Temmuz’un ortası değişik bir gece kardeşim ile dışarıda basketbol oynuyoruz. Babam uzun bir izin kullandığı gerekçesi ile arka arkaya nöbet tutuyor. Bir jet aşırı alçak uçuş yaptı. Telefonuma gelen bir bildirimi anımsıyorum. “Köprüler kapatıldı.” biraz daha oynadık. Sonra eve gittik. Kardeşim ve o esnada bizde kalan anneanem uyudu. “DARBE” başlıkları televizyonda geçmeye başladı. Devamı malum ülkedeki herkesin bildiği “En uzun gece…” olayın ne olduğunu bilmiyordum. Bilmek istediğim tek şey babamın can güvenliğiydi. Bu zamanlar kolay atlatılmadı ama yazının konudan şaşmaması için özet geçmek durumundayım. Temmuz bitmeden güneşli bir yaz günü pikniğe gidiyoruz. 15 Temmuz gecesi “Köprüler Kapatıldı.” bildirimini gönderen site bu sefer “Askeri Liseler Kapatıldı…” diye bildirim gönderdi beynimden vurulmuşa döndüm. Daha fazla kelimeler ile anlatılamaz sanırım. O yüzden sonuç kısmına geçmek istiyorum.

Bu sebep ile haksız yere rütbe sahibi olamayan emekli(!) askeri öğrenciler her ne olursa olsun. Gerçek bir Türk Subayı’nın yapması gerektiği; Bulunduğu durumun ahval ve şeraitini düşünmeden Türk İstiklal ve Cumhuriyetini korumak ve kurtarmaktır. Vazifesini hepimiz biliyoruz. Bizimde hakkımız yendi biz bunları #HAKETMEDİK dedik. Ama asla devlete küsmedik. Polise el kaldırıp eylem yapmadık. Biz ülkemiz uğruna gösterebileceğimiz bütün vazifeleri emir olarak sayacak bir nesildik. 8 dönem üstümüzdeki o Harbiyeli abiler rütbesini alamadı. Ve okula girdiğimiz sene en üst sınıfta olacak komutanlarımız bu sene mezun oldu, onların bir mesajı var;

Medeniyet Dediğin Tek Dişi Kalmış Canavar

Yıllardır medeni insanlar olmamız konusunda neredeyse her yerden öğütler ve eğitimler aldık. Medeniyet kelimesini yıllardır bize Avrupa’yı örnek göstererek öğretenler bir şeyi atladılar. Medeniyet ve uygarlık eş anlamlı kelimelerdir. Uygarlık kelimesinin kökeni ilk yerleşik hayata geçen Uygur Türkler’inden gelmektedir.

Mehmet Akif’in de söylediği gibi “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar…” insanların toplumlarını ayırt etmenin neresi uygarlıktır aksine canavarlıktır. Daha insanları ırklarına göre yargılayan toplumlar bilim, sanat ve sporda nasıl kendinden övgü ile bahsedebilir?

Paris’te sıradan bir sokak

Medya ve algı konusunda batılı ülkeler yıllardır çok önümüzdeler. Demokrasi, barış, medeniyet kelimelerini kendileri ile öyle bağdaşık şekilde empoze ettiler ki birçok insan şu an çıkıp; “Onlarda şöyle medeni böyle medeni, ne olacak aralarından bir kişi çıkmış böyle yapmış.” diyebilir hak veririm. Çünkü bugüne kadar izlemiş olduğumuz birçok çizgi filmde, sinema filminde onlar kendisini nasıl tanıtmak isterse öyle tanıdık.

Amerika Birleşik Devletleri kökenli her dizide ne kadar demokratik, ne kadar barış canlısı, aynı şekilde dünya basınında da bu şekilde. Irak’a, Afganistan’a, Libya’ya “Barış ve demokrasi götüreceğiz.” dediler ardında bıraktıkları kan ve göz yaşıydı. “Senin Amerika Kıtası’ndan kalkıp 12.000 Km uzaktaki bir ülkede işin ne?” diye sormazlar mı? Sordurtmuyorlar.

Son olarak Fransa Milli Takımı’nı 2-0 gibi bir skor ile mağlup etmiş Milli Takım Oyuncularımıza, İzlanda’nın yaptığı diplomatik hakaret ve ardından gelen çirkin davranışlar konusunda cevabımızı o aslanların salı günü oynanacak maçta gereken cevabı vereceğine inanıyorum. Zira medeniyet bunu gerektirir.

Son Olarak İzlandalılara Bir Mesajım Var.

Þú getur djörfung kom til Tyrklands til að horfa á leikinn. Við erum virðingu samfélagsins. Og við ríða ekki úlfalda á götunni. Í menningu okkar er salerni bursti notaður til að hreinsa salerni skálina. Ég held að þú hafir notað það sem hljóðnema. Allir hafa það sem hentar þér.

Burak KOSAR

Maçı izlemek için korkusuzca Türkiye’ye gelebilirsiniz. Biz saygılı bir toplumuz. Ayrıca sokakta develere binmiyoruz. Bizim kültürümüzde tuvalet fırçası klozeti temizlemek için kullanılır. Siz sanırım mikrofon olarak kullanıyorsunuz. Herkes eline yakışanı tutar.

Burak KOSAR

Bu Gençlik Nereye Gidiyor?

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun. Bu özel günde biz sosyal gençliğin söylemek istediği bazı şeyler var. Lütfen bizi dinleyin.

1- Bu Gençlik Nereye Gidiyor?

 Yıllardır sonu düşünülmeden çizilmiş yollar üzerinden giden gençlik daha Üsküdar’ı bile geçememiş. İzin vermemişler ki ata binelim, kendi yolumuzu çizelim. Yeni gençliğin, at binmeye ihtiyacı yok. Çünkü şimdi yollar çok farklı. Dünya bir uçtan bir uca artık 2 saniye. Uçsuz bucaksız dijital yollar var. Artık kendi yolumuzu çizebilme imkanımız var. Son 5 yıl içerisinde binlerce genç eğitim hayatına devam ederken, internet üzerinden kendi inovatif fikirlerini işe dönüştürdü. Gençlik çok güzel yerlere gitmek için hazır. Siz yeter ki bize birazcık inanın. Bize güvenin. Bize arka çıkın.

2- Sonra Türkiye Niye Gelişmiyor?

 Yıllardır eğitim alan ve her sene mezun olan yüzbinlerce kişi var. Neredeyse her vilayetimizde üniversite var. Bunca şeyler kulağa çok güzel geliyor. Evet güzel birşey. Siz, yıllardır bu toprak üzerine bir sürü farklı meyvenin tohumunu ektiniz. Ama yıllardır yapılan eğitimsel faaliyetler hala meyve vermedi demek ki seçtiğiniz toprak verimsiz. Toprak verimsiz olunca siz tohumu istediğiniz kadar değiştirin. İstediğiniz kadar gübre dökün faydasını göremezsiniz. Başka bir bölgeye ekin bu tohumları. İnanın belki de gübreye bile ihtiyaç duymayacaksınız. Bizi tek bir kalıba sokmayın. Bırakında biz kendi kalıplarımızı oluşturalım. Çeşit çeşit insanımız olsun. Hepimiz doktor, mühendis, öğretmen olursak hangimiz bu ülkenin kurtuluşa giden yolunda eksik parçalarını dolduracak. Sayılı kategorilerde çok başarılı insanlarımız var. Ama hep parçalarımız eksik. Yöneticiler gençlere yönelik fikirleri gençlerin içinden gelen görüşler doğrultusunda vermeli.

3- Okusanız Fena Mı Olur?

  • Okusak hiç fena olmaz;
  • Ama neyi okuyacağız?
  • Nasıl okuyacağız?
  • Okuduktan sonra ne olacağız?
  • Daha önce bizim okuyacaklarımızı okuyanlara ne oldu?

4- Boyundan Büyük İşlere Kalkışma!

Bundan yıllar önce aynı şeyi Fatih Sultan Mehmet’e söyleyen birileri olsaydı şuan İstanbul’a hala Konstantinopolis diyor olacaktık. Karınca kendisinden 50 kat fazla ağırlık taşıdığı için herkes alkışlar. Bunu bir genç yapmak istediği zaman neden izin vermiyorsunuz. Gözünüzde bir karınca kadar değil miyiz?

5- Sen Mi Kurtaracaksın Bu Ülkeyi?

Hayır. Bir kişi ülke kurtaramaz. Ancak bir lider, bir ülkeyi kurtarabilir. Lider olmak demek bir bürokrat olmak değildir. En basitinden sınıf başkanları bile bir liderdir.

Gücü, ünü ve toplumsal yeri dolayısıyla, belli zaman ve durumlar içinde, ilişkili bulunduğu küme veya topluluğun tutum, davranış ve etkinliklerini değiştirip yönetme yeteneğini gösteren kimse, lider, şef, alemdar

Lider kelimesi sözlük anlamı.

Bir lider, tek bir kişiden oluşmaz. Bir lider, bir kişi ve arkasındaki topluluktan oluşur. Mühim olan da arkamızdaki topluluğu sırtlayıp doğru yoldan başarıya götürebilmektir. Bu yüzden ülkeyi sadece ben yada sen kurtaramazsın. Ancak biz kurtarabiliriz.